21 Aralık 2014 Pazar

TELEVİZYON SANDIĞINIZ KADAR MASUM DEĞİL
Tehlikeli hastalıklar tehlikeli tedaviler gerektirmektedir” der Neil Postman “Televizyon Öldüren Eğlence’’ adlı kitabında. Çağımıza baktığımızda televizyon gerçekten ciddi bir hastalık, ciddi sorunları beraberinde getiriyor.En çok da bu eğlence aracını ciddi bir bağımlılık haline getirip sadece onun sesiyle uyuyabilenleri tehdit ediyor. 
Etrafınıza bir bakın… Hepinizin hayatında, hayatında olmasa bile yakın çevresinde televizyon karşısında uyumayı seven birileri vardır. 
BİR ADIM SONRASI ALZHEIMER
Kişisel Gelişim Uzmanı Güçlü Metin, televizyon izlerken uyumayı beyin nöronlarını kötü kullanmak olarak yorumlarken, “Sürekli aynı noktaya bakıyorsunuz. Siz televizyon izlerken bir nevi hipnoz durumuna geçiyorsunuz. Beyin de işlevsizlik yüzünden bir süre sonra, mutluluk hormonu salgılıyor gibi oluyor ama bildiğiniz anlamda bir mutluluk meselesi değil bu. Bir nevi uyuşturucu. Hayatla olan bağınızın bir süre kopması, beyinin kendini kapatması ile uyuşma sağlanıyor. Son dönemde çok rastlanıyor. Araştırmalarda da görüyoruz. Televizyonun hipnoz edici durumu da var. Televizyon programlarında, dizilerde bilinçaltını etkileyen mesajlar var. Uyuduğunuz sırada da bu mesajları alıp etkilenebiliyorsunuz. Özellikle de sürekli masa başı işi yapan, rutin yaşayanlarda çok görülen bir durum. Bunun bir tık sonrası Alzheimer’a gidiyor. Son dönemlerde de gençleri etkileyen bir eylem. En iyisi bir an önce televizyondan uzaklaşıp, karanlık bir odada uyumaya çalışmak. Uyumadan önce önerim bir kitap okunması, belki bir hayal de kurulması olabilir. Yeter ki uyuma aracınız televizyon olmasın” diyor. 
İPad ve televizyonla uyuyan bir kitle var
Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi Bağımlılık Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, “25 yaş ile 65 yaş arasında televizyon karşısında uyuyan bir kitleyle karşılaşıyoruz. Televizyon ve iPad gibi ürünler havanın kararıp da uyku zamanının geldiğini bildiren hormonun salınımını engelliyor. Televizyonun parlak ışığıyla birlikte aslında uyku düzeninizde bir bozukluk meydana geliyor. Beyine ‘Artık uyuma zamanı’ mesajı gitmiyor. Karşımıza iki kitle çıkıyor. Birincisi yalnız olanlar. Bunlar da bir ses, bir aksiyonla kendilerini daha rahat hissediyorlar. İkincisi de stresten uzaklaştığını düşünenler. Bu kişilerle konuştuğumuzda, görsel şeylerle daha rahat uykuya daldıklarını, olumsuz düşüncelerin televizyon karşısında uyuyarak dağıldığını söylüyorlar. Yalnızken yaşadığı korkuları televizyon sesiyle yaşamadıklarını söyleyenler de var. Televizyon kesinlikle rahat uyutmuyor. Melatonin hormonu engelleniyor” diyor. “Televizyon karşısında uyumak uyku hijyenini engeller” diyen Prof. Dr. Dilbaz, “Yatak odanızın ısısı 18-21 derece arasında olmalı. Yatak odanızdaki perdelerin gün ışığı almayacak şekilde düzenlenmesi gerekir. Uykuya dalmadan önce de kitap okumalı, hafif sakin bir müzik dinlemelisiniz.  Evet televizyonla uykuya rahat dalınıyor ama uykuya dalmak değil de uykunun sürekliliği de önemli. Televizyon açık kaldığında bölük pörçük uyku uyuyorsunuz. Gün içinde de bu kişiler yorgun oluyor. Televizyonla uyunuyorsa da televizyon belli bir saatte kapanacak şekilde ayarlanmalı” şeklinde konuşuyor.
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz: Depresyon getirir
Prof. Dr. Dilbaz, “Uyku düzeni bozulursa depresyon gelir” diye görüş verirken, “Düzgün uyuyamazsanız uyku borç oluşturur. Uyku bu borcu mutlaka ödettirir. Gün içinde sizin fark etmediğiniz uyuklamalarınız olur. Gece bir – iki saat yeter diyenler, gün içinde uyuklarsa beynini kandırmış olur. Böylece yorgunluk artar, konsantrasyon bozulur, sinirlilik olur, depresyon oluşur. Birini uyutmamak bir işkence yöntemidir. Bir kişi parlak ışıklarla dolu bir odada tutulur. Bu kişi önce çok neşeli olur. Ama sonrasında dinlenme ihtiyacı oluşur. Vücudumuzun da biyolojik bir ritmi var. Vücut saatinin çalışması lazım. Siz bu dengeyi bozarsanız hormonal dengenizi de bozarsınız. Televizyon karşısında uyumak vücut saatinizi bozabilir. Bu nedenle mutlaka yatağınızda, televizyonsuz uyumalısınız” diye konuşuyor. 
Prof. Dr. Nilüfer Narlı: Verimli değil
Sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı  “Çok yoğun çalışan bir kitle var ve bu kitle yorgunluktan ekran karşısında uyuyakalıyor. Bu grup yoğun iş hayatı nedeniyle hobilerine ve arkadaş toplantılarına zaman ayıramıyor. Bir hipotez olarak ortaya atıyorum, bu kitle televizyonu bir çeşit sakinleştirici olarak kullanıyor. Yani kendini uykuya hazırlıyor. Diğer kitle de çalışmayan, evin dışına çıkmayan bir grup. Bunlar da televizyonu vakit öldürmek için kullanıyor ve uzun saatlerini ekran karşısında geçiriyor. Bunlar da depresif ve yalnız hissettiği için ekranı uyuma aracı olarak görüyor. İki kitle de kendisini sakinleştirmek için ekranı kullanıyor. Nörolog değilim ama çalışmalara bakılınca ekran bir çeşit antidepresan gibi geliyor. Bu nedenle televizyon karşısında uyumak bir bağımlılık haline geliyor. Akıl sağlığı deyince sert geliyor ama akıl sağlığı açısından ekranla birlikte uyumak olumsuz bir yaklaşım. İnsanlar vakitlerini verimli biçimde geçiremiyor. Ne kendilerine faydaları oluyor ne de başkasına” şeklinde görüş veriyor.
Deniz Altuntaş 34 yaşında - Magazin Muhabiri:
20’li yaşlarımda uykuyla ilgili problemlerim yoktu. Zaten geceleri çalışıyordum. Gündüz eve gelip uyuyordum. Yorulduğum için nerede uyuduğum çok önemli değildi. Gündüz saatlerinde de kardeşlerim işyerinde oluyordu. Yani yalnız kalıyordum. Dolayısıyla bir ses arıyordum. Bu nedenle kahvaltı ettikten sonra televizyonu açıp uyumaya başlamıştım. Tam 14 yıldır da bu şekilde uyuyorum. Evlendikten sonra iş saatlerim değişti. Gündüz çalışmaya başladım. Sabah uyanamama problemlerim başladı. Denediğimde yatak odasında uyuduğum zaman sabah kalkamadığımı fark ettim. Gece de yataktan kalkıp, yorganımla birlikte salondaki koltuğa gelip televizyonu açıyorum. Bence bu beni daha çok yoruyor. Çünkü ne kadar uyusam da yeterli derecede uykumu almıyorum. Bu durumdan vazgeçebileceğimi de sanmıyorum.
Aycan Pırasalar 33 yaşında- Gazeteci
İşten geldiğimde gerçekten çok yorgun oluyorum. Yemeğin ardından da çayımı aldığımda ekran karşısına geçiyorum. Burada da ayaklarımı uzatma ihtiyacı hissediyorum. Vücudum rahatlama durumuna geçiyor. Günün yorgunluğunu atayım derken bir bakmışım uyuyakalmışım. Ekrandaki görüntü ve ses hızları hemen hemen aynı oluyor. Odanın ışığını da kapatıyorum. Karanlık oluyor, dinginlik geliyor. O sırada tam müdahale olmazsa rahatlıkla birlikte uyuyuveriyorum. Uzmanların dediği gibi sabah da yorgun kalkmıyorum. Aksine ekran karşısında uyumaktan keyif alıyorum. Televizyonda izlediğim ses ayarı değişmiyor, o da ninni gibi geliyor. Kendimi bildim bileli haftada 2-3 gün televizyon karşısında uyuyorum. Olumsuz bir etkisini görmedim. Ama uykuya geçiş evresinde de kitap rahatlatıcı olmadığını söyleyebilirim. 
Çiğdem Köçken 53 yaşında - Ev Hanımı
Önceleri ekran başında uyuyamazdım. Değil bir ses bir ışıkta bile uyumak mümkün olmazdı. Ne zaman eşimde horlama problemi çıktı. O zaman ben de yatağımdan ayrıldım. İkisi de gürültü diyebilirsiniz belki ama inanın televizyon sesi horlama sesinden çok daha iyi. 
Begüm Çelikkol- Yeni Şafak Pazar eki

28 Kasım 2014 Cuma


2010 yılında açtığım bloguma geri dönüş yapmaya karar verdim. Sevgili dostum Ayşe Büşra Erkeç'i (http://aysebusraerkec.blogspot.com.tr/)  bilgisayar başında blog sayfasını güncellerken görünce birden özendim ve şu dakika itibariyle bilgisayar başına bu amaçla geçtim...

Artık çeşitli sağlık haberlerini bu blogda bulabileceksiniz


11 Şubat 2010 Perşembe

İlk insana bakın!


BBC’nin ünlü Nature dergisinden aldığı habere göre, Kopenhag Üniversitesi bilimadamları Grönland’ta bulunan ve 4000 yıl öncesine ait olduğu belirlenen bir insan saçının analizini yaptı. Bugüne kadar bulunan en eski insana ait olduğu açıklanan gen üzerinde yapılan analiz, ilk insanın kahverengi gözlü ve uzun saçlı olduğunu ortaya çıkardı. Ayrıca incelenen genin sahibinin saçlarının dökülmek üzere olduğu saptandı.

Araştırmayı yürüten Kopenhag Üniversitesi ekibinden Prof. Eske Willerslev, saç analizi yapılan insanın Sibirya’dan geldiğini açıkladı. Ekip, DNA örneğinin sahibine, Grönland dilinde “insan” anlamına gelen “Inuk” adını verdi.
Prof. Willerslev, Inuk’un kalıntılarının Grönland’ta bulunmuş olmasına karşın, bugünkü Grönlandlıların doğrudan atası olmadığını bildirdi. Araştırmalar, Inuk’un “Sakkak” kültüründen geldiğini ortaya çıkardı.
Araştırma, Inuk’un metabolizmasının soğuk iklim koşullarında yaşayacak şekilde değişim geçirdiğini ortaya çıkardı.

Prof. Willerslev’e göre arkeolojik kalıntılar, gen sahibinin ait olduğu Sakkakların fok ve eniz kuşu avlayarak beslendiğini ve soğum iklime rağmen ince çadırlarda yaşadıklarını gösterdi.

DNA analizlerinden Inuk’un ön dişlerinin kürek şeklinde olduğu sonucuna varıldı. Ayrıca bulunan kulak kirinden yola çıkahn bilimadamları, Inuk’un kulak enfeksiyonu geçirmiş olabileceğini belirledi.
Genç aşta öldüğü sanılan Inuk’un, kalın saçlarına rağmen kelleşmek üzere olduğu da bilamadamları tarafından saptandı.

RECEP İVEDİK 3 GELİYOR


Recep İvedik 3'ün vizyon tarihi yaklaşıyor. İkinci filmi küçük kuzenimin zoruyla izlemiştim. Şimdi yine geçen sene 13 Şubat'taki gibi bir kabus söz konusu. Kuzenim yine ısrar ediyor ve ben yine kıramıyorum. Bugün galaya gidenlerin yorumlarını okudum. Sinema eleştirmenlerinden bazıları filmi beğenmediğini hatta hiç gülmediğini, bazıları da çok acele yazılmış bir film olduğunu söylüyor. Bir kısmı da Yahşi Batı'nın daha iyi bir yapım olduğu konusunda hem fikir durumda. İkinci filmde kullanılan küfürler, konuşmalar avam kaçıyordu. Sanırım sadece kuzenimi filme sokup, kendim dışarıda bir yerde duracağım.

İş yerinden kaçırtan olaylar



İngiliz Reuters ajansı, Opinium (Fikirler) araştırma kuruluşunun ankentinin ortaya çıkardığı "işyerinde en beğenilmeyen halleri" yayımladı. Bunların arasında dedikodu, bilgisayarların ağır çalışması ya da bozulması, iş ortamında yüksek sesle konuşmak, incir çekirdeğini dolurmayan konulardan bahsetmek, sağlık ve emniyet tedbirleri üzerinde çok durulması, tuvalet adabında eksiklik, vaktinde toplantıya gelmemek, mutfakları özensiz kullanmak, hava durumuna göre klimaların soğuk/ aşırı soğuk çalıştırması.
Aslında bir kısmına ben de katılıyorum. Özellikle dedikodu ve tuvalet adabı konusuna iş ortamında dikkat etmek gerekir. Keşke özenli davransa ve kimse bu sorunlar yüzünden tartışmasa herkes çok huzurlu olsa.

2 Şubat 2010 Salı

GE.EN YILIN EN ÖNEMLİ SAĞLIK OLAYI

1. Amerika'daki yeni mamografi kitapçıkları: Kasım ayındaki panelde, Amerika Önleyici Hizmetler Görev Güçleri, kadınlara 40 yerine 50 yaşında mamografi çektirmeye başlamalarını ve tarama testlerini ise bir yıldan iki yılda bire çıkarmalarını öneriyor. Ayrıca, kadınların kendi kendilerine yaptığı muayeneyi tamamen terk etmeleri açıklandı.

2. AIDS aşısı: Tayland'da 16 bin gönüllünün katılımıyla yapılan deney sonucu bulunan aşının, ölümcül AIDS virüsünün bulaşma riskini yüzde 31 oranında azalttığı açıklandı. Yetkililer, dünyanın en kapsamlı aşı denemesi olan deneye katılan 18-30 yaş aralığında, HIV testi negatif olan Taylandlı heteroseksüel kadın ve erkeklerin 3 yıl boyunca takip edildiğini ve bunun sonucunda aşı yapılan 8197 denekten 51'inin, aşı yapılmayan 8198 denekten 74'ünün AIDS virüsü kaptığı kaydedildi.Çalışma 105 milyon dolara maloldu.

3. Kök hücre araştırmasında finansman yasağı kaldırıldı: Başkan Obama, seçim kampanyası sırasında verdiği sözü yerine getirerek, kök hücre araştırmalarında devlet desteğine Bush yönetimi sırasında konan yasağı kaldırdı. Yetkililer, kök hücre araştırmalarına federal yardımın yolununun açılmasının, daha önce verilen, özgürce yapılan bilimsel araştırmalara siyasi müdahaleler yapılmayağı sözünün de parçası olduğunu vurguluyor.

4. H1N1 aşısı: Dünya 2009 Domuz Gribi vakasıyla uğraşıyor, ancak hiçbir tedavi uygulanamıyordu. Grip sezonu sonbaharda resmi olarak başladığında aşı talebi arttı. Deneylerde aşının tek dozda etkili olmasına rağmen Amerikalı üreticiler Ekim ayının ilk haftalarında bu isteğe ayak uydurabildi. Ülke çevresindeki birçok yerde hükümet tarafından hedeflenen öncelikli grupları (küçük çocuklar, hamile kadınlar, sağlık çalışanları, 6 aydan küçük bebeklerin anne ve babaları ve astım, şeker hastası gibi kronik hastalığı olanlar) kapsayacak kadar aşı yoktu. Son anketlere göre, Amerikalılar'ın yüzde 55'i aşıyla ilgili güvenlik kaygıları nedeniyle aşı olmadıklarını belirtiyor.

5. Kök hücreden fare: Embriyonik hücreler içermeyen kök hücrelerden geliştirilen ilk fare, buluş olarak isimlendirildi. Çin'de iki ayrı laboratuarda geliştirilen fareler Temmuz ayında kamuoyuna duyuruldu. Bilimadamları, bu gelişmenin, "yeniden programlanmış hücreler" anlamına gelen iPS hücrelerin "gerçekten pluripotent" olduklarını söyledi. Embriyonik kök hücrelerinin her türden insan hücresi üretmek için birbirinden farklılaşma kapasitesinin, gelecekte kalp ve diğer organları tedavi etmede kullanılacağı belirtiliyor.

6. Prostat kanseri taraması: Konu kanser olunca, doktorlar erken teşhisin en iyi savunma olduğunu söylüyorlar. Ancak, sözkonusu olan yavaş yavaş ilerleyen ve agresif tedavi gerektirmeyen prostat kanseri olunca tablo biraz daha belirsiz oluyor. Mart ayında, Ulusal Kanser Enstitüsü'nün 10 yılda gerçekleştirdiği çalışmaya 76 bin erkek katıldı. Katılımcıların yaklaşık yarısı rastgele tarama grubuna ayrıldı. Her yıl prostata özel antijen testi uygulandı ya da elle muayene edildi. Diğer katılımcılar ise tarama rehberliği almadı ve yılda bir kez test yaptırıp yaptırmama kararı da kendilerine bırakıldı. 7 yıllık sürede, tarama grubundaki 50 erkek prostat kanserinden öldü, normal bakım grubundan ise 44 kişi hayatını kaybetti. Başka bir ifadeyle, tarama (görüntüleme) ve erken teşhis prostat kanserinden ölüm oranını azaltmadı.

7. Otizmde yeni araştırmalar: Kimisi aşıları suçlarken, kimileri de civanın otizme yol açtığını iddia ediyor. Ancak, hiç kimse otizme neyin yol açtığını ya da vaka sayısının neden arttığını bilmiyor . Amerikan Federal Hükümeti tarafından yayınlanan yeni verilere göre, Amerika'da 100 çocuktan biri otizmden etkileniyor. Artışın kaynakları tam olarak belirli değil, ancak araştırmacılar 2009 yılında bir genetik ipucu belirlediler. Kromozom 5 bölgesindeki varyasyonların otizm vakalarının yüzde 15'inde rol oynadığını buldular. Bu özel genlerdeki farklar aşırı derecede yaygın, ancak bunların otizmli hastada çok daha yaygın olduğu gözlemlendi.

8. Osteoporoz (Kemik erimesi)için yeni ilaç: Yaşlılarda sağlık problemlerine yol açan ve kemikleri zayıflatan osteoporozdan korunmanın en iyi yolu, onu durdurmaktır. Mevcut osteoporoz ilaçları kemikleri bozan hücreleri engelleyerek çalışıyorlar. Ağustos ayında yayınlanan iki çalışma, erkeklerde prostat kanserinin tedavisinde kullanılan denosumab isimli ilacın menopoz öncesi kadınlarda kırık riskini azaltabileceğini gösterdi. Bu iki gruptaki hastalar, kemik erimesi riski altındalar.

9. Yeni Alzheimer Genleri: 2009 yılında Eylül ayında bilimadamları, hafıza kaybı bozukluğunu artırabilen yeni bir gen serisi tespit etti. İki grup araştırmacı, ayrı ayrı çalışarak, 8. kromozomda bulunan "Apolipoprotein J" olarak bilinen CLU ve 1. kromozomda bulunan CR1 genlerinin hastalıkla bağlantılı olabileceğini belirttiler. CLU'nun yanı sıra sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinaplarda faaliyet gösterdiği sanılan PICALM geninin hastalıkla bağlantısı olduğunu belirlendi. Henüz genlerin Alzheimer riskini nasıl artırdığı açık değil.

10. Yetişkinlerde kahverengi yağ dokusu: Araştırmacılar, rengi normal yağ dokusundan daha koyu olduğu için '' kahverengi yağ '' olarak adlandırılan yağ dokusunun, şekeri vücut ısısında parçaladığını ve beyaz yağdan daha fazla enerji tükettiğini buldular. Başka bir ifadeyle, kahverengi yağ, enerjiyi depolamak yerine yakıyor. New England Journal of Medicine dergisinde yayınlanan çalışmaya göre, yetişkinlerin boynun önünde ve arkasında düşünüldüğünden daha fazla yağ tuttuğu görüldü. Kahverengi yağ hücrelerinin kışın daha aktif oldukları açıklandı.

VAY BE!

Çok ilginç bir itiraf da yılların Taş Bebek lakaplı sanatçıdan geldi...

Gönül Yazar, yorumcu olarak katıldığı '10 Kadın' programındaki itiraflarıyla herkesi şaşırttı. Gazeteci Çiğdem Anad'ın hazırlayıp sunduğu programda 'seks bağımlılığı' konusu tartışılırken Yazar şöyle konuştu: "14 yaşındayken ailem beni, Necdet Yazar ile evlendirmek istedi. Yaşım küçük olduğu için yasalar evlenmeme izin vermiyordu. Babam da yaşımı 18 yaptırmak için mahkemeye başvurdu. Mahkemeden içeri girdiğimde babam hakime 'Kızım seks bağımlısı hakim bey... Acil evlenmesi lazım. Kendisini durduramıyoruz. Lütfen bu konuda bize acil yardımcı olun!' diyordu. Çok utanmıştım."